KÜREKÇİNİN HAVUZDAKİ SONU

 Sachsenhausen Textorbad, Frankfurt

Alman Kürek Federasyonu kış aylarında farklı spor branşlarında bölgesel müsabakalar düzenliyordu. Bunlardan Hessen Eyaletinde yapılması planlanan kürek kulüpleri arası yüzme müsabakalarına katıldık. Bölgenin en büyük kulübü olarak çok kalabalık bir sporcu topluluğu ile hemen bütün kategorilerde yer aldık. Ancak bir eksik vardı.

Germania’nın takım birinciliğini kazanabilmesi için yarışabilecek ve puan alabilecek birkaç kişi daha bulmaya çalışıyorlardı. Bana da sordular. Yüzmeyi Boğazda öğrendiğim için kulvarlı bir havuzda yarışmayı bilmem. Hatta 25 metre ne kadar zamanda yüzülür hiç anlamam. Gene de adamsızlıktan, belki puan alırım ümidiyle serbest 50 metre ve kurbağa 50 metre yarışlarına yazdılar. O sıralarda 125 kiloydum. Aktif kürekçi olarak son senelerimde antrenmanlı ağırlığım 92 iken sporu bırakıp hala sporcu gibi yemek yiyince insan böyle oluyor.

Frankfurt’un Sachsenhausen semtindeki havuzda buluştuk. Şehirdeki sayısız kapalı havuzlardan biriydi. Hessen Bölgesi Kürek Federasyonu, Yüzme Federasyonundan yardım alarak kulvarları, hakemleri vs profesyonelce organize etmişti. Adamlar şu “organizasyon” işini iyi biliyorlardı. Kıskanmamak elde değil. Biz o yıllarda değil havuz, kışın antrenman yapacak salon bulamamış, Ali Sami Yen Stadının tribünlerinin altında kırık dökük bir hacmi portatif olarak kapatıp zar zor ısıtarak oraya sığınmıştık. Kafamda karmakarışık düşünceler arasında ilk yarışa girdim taze kuvvet 25 metre tam gücümle deli gibi gittim döndüm ikinci 25 metrenin ortalarında pilim bitti. Batıp çıkmaya başladım. Ciğerlerim isyan etti. “Burada öleceğim galiba” diye düşündüğümü hatırlıyorum. Hatta bir taraftan su yutarken hayalimde “Kürekçinin Havuzdaki Sonu” diye gazetelere manşet bile attım. Yarışı zar zor çabalayarak bitirdim. Beni havuzdan çıkartıp omuzlarına aldılar. Üçüncü olmuşum ve takıma puan kazandırmışım. Ama değil bir daha 50 metre yüzmek ayakta duracak halim kalmamıştı. Gene de Germania’lı seyirciler tezahürat yaparak takım şampiyonluğunu almak için çaba sarf ediyorlardı.

Havuzun büfesinden iki bardak ılık çay ile iki avuç şeker aldım. Şekerleri emerek çayın yardımıyla yuttum. Çantamda antrenmanlarda çocuklara dağıttığım ekşi elma şekerleri vardı onlardan bir avuç yuttum. Bir de yıllar önce ilk milli yarışımızda Avusturya’da keşfettiğim ve çok faydalı bulduğum Dextro Energen markasıyla bilinen içinde tükürükten hemen kana karışan şeker olan tabletlerden yuttum. Kan şekerimi düzene sokabildim. Dizlerimin titremesi geçti ama bunun bana çok sathi ve geçici bir enerji sağlayacağını biliyordum. Problem, yarış mesafesi olan 50 metreye gücümü nasıl böleceğimdi. İkinci yarışıma daha dikkatli ve kendimi deli gibi hırpalamadan başladım ama dönüşten sonraki 25 metrede gerçekten gücümü sonuna kadar harcadım ve ikinci oldum. Bütün yarışlar bittiğinde toplanan puanlar Germania’yı az farkla birinci yapmaya yetmişti. Burada benim ümit edilmeyen puanlar getirmem herkesi çok sevindirmişti.

Akşam evde fenalaştım, yuttuğum klorlu sulardan dolayı suratım yemyeşil oldu, ateşim çıktı sabaha kadar titredim. Herhalde bir çeşit zehirlenme yaşamıştım, kendimi zor toparladım. Ertesi gün Achim’in babası Herr Heftrich’e anlattım, “keşke bana söyleseydin bunun panzehiri biradır. İki şişe bira içsen bir şeyin kalmazdı” dedi. Kendisi o yarışmalarda şişman göbeğinden umulmayacak derecede mükemmel yüzebildiğini göstermişti. Tıpkı tombul bir fok balığı gibi suya dalıp o haliyle müthiş bir vücut esnekliği ile yunus balığı gibi hareketler yaparak hızla metreleri geçiyordu.

Ertesi gün “başka ne spor bilirsin?” diye sordular. “Masa Tenisi” dedim. Arnavutköy’deki yalının alt katındaki taşlıkta bir pinpon masası yapmıştım. Antrenmanlardan önce kürekçi arkadaşlarla iddalı maçlar yapardık. Değişiklik olsun diye masayı yeşile değil koyu kırmızıya boyamıştım. Amerikan pazarında bulduğum sarı toplar vardı. Bu benim için birbirine uyum sağlayan en güzel renk kombinasyonuydu… Masa tenisinde amatör olarak oldukça iyi sayılırdım. Hatta Ankara Mogan Gölünde Danyal Ağabeye karşı yaptığım maçta bir set bile almıştım! Daha sonra onun mimarlık bürosunda Masa Tenisi Federasyonunun malzemeleri arasından çok kıymetli bir raketi bana hediye etmişti.

Frankfurt’ta turnuva günü elemeli maçlar sabah çok erken başladı. Bu sefer Offenbach’taki bir lisenin spor salonundaydık. Ağzım bir karış açık salonun büyüklüğüne, tribünlere, kenarlarda bütün sporları yapmak için hazırlanmış olan teknik düzenlere baktım. Kıskanmamak, sinirlenmemek elde değildi. Hessen Bölgesi Kürek Federasyonu bu kez Masa Tenisi Federasyonu ile beraber çalışarak salonu hazırlamıştı. Yaş Gurupları arasında kura ile yapılan eşleşmelere göre yenilen elenerek akşamüstüne kadar defalarca maç yaptık.

Bizim yaşımız için üçüncü maçtan sonra iş yorucu olmaya başlamıştı. Akşamüstü yarı finalde tesadüfen bizim kulüpten Herr Taube ile karşılaştım. Geçen senenin şampiyonuymuş. Germania’nın soyunma odasındaki masada onunla birçok kez karşılaşmıştık, zayıf taraflarını biliyordum ve o da karşısına çıkanları eleyerek karşıma geldiğinde benim gibi çok yorgundu. Uzun ve zor bir maçtan sonra onu da eledim ve finale kaldım. Çok yorulmuştum. Finalde karşıma kürekçilikle ilgisi olmayan hiç tanımadığımız genç ve biraz efemine bir tip çıktı. Meğer sadece kızların yarışmacı lisansı alabildiği Freiweg kulübünde hobi kürekçisi olarak kayıt yaptırmış olan sayılı erkeklerden biriymiş. Asıl sporu da masa tenisiymiş… Haksız bir dengeyle maç başladı. Onun profesyonel vuruşlarına karşılık vermek zordu ama benim amatörce oyun stilim de hiç bir kaideye ve sisteme bağlı olmadığı için onu şaşırtıyordu. Çok kaliteli bir de raketim vardı. Onun oyununu bazen bozabiliyordum. Neticede zorlanarak uzun süre başa baş giden maçı o kazandı, yorgunluktan yere yattı. Elimden geleni yapmış postu pahalı satmıştım. Profesyonel maçlarda bile bu kadar zorlandığı çok az olmuş. İltifatı kabul ettik, asıl sevindirici olan toplanan puanlarla kulüp birinciliğini almamız olmuştu.

Ertesi gün gene sordular: “Başka hangi sporlarda iyisin?” Ben “önce yirmi kilo vereyim gelecek sene tekrar sorarsanız bir şeyler yaparız” demiştim. Gerçekten de kiloları verdim ama ertesi yıl takımı bu eğlencelerden uzaklaştırarak kış kampına aldım ve Tonguç (Türsan) Ağabeyin kulübüne Darmstadt’a misafir giderek onların kış için daha uygun olan su şartlarından faydalanarak uzun kürek antrenmanları ile profesyonelce gelecek sezona hazırlandık.

 

(Kaynak: “ANTRENÖRLÜK ANILARIM VE ÖTESİ” Celal Gürsoy)

Reklam