1991 yılında Anadolhisarı İdman Yurdunda o yıl Dünya Gençler şampiyonasında yarışabilmek için geceli gündüzlü çalışıyordum. (Bir süre önce gazetelerden okuduk, nice şampiyonlar yetiştiren kulübümüzü yıktılar :-((.) İddialıydım. Daha 17 yaşımdayken o yıl 4500 kilometrenin üstünde tek çifte ile kürek çektim. Her bir maksimal ağırlık antrenmanım 90 tondu. Halter dayanıklılık idmanlarında 60kg halter ile 200 defa squad yine 60kg ile 200 defa kol çekme ve 100 mekikten oluşan bir seti 6 veya 8 set yapıyordum.
Resim: 1987 yılında Anadoluhisarı Kürek Kayıkhanesi
O zamanlar Hisar kulübünün önünden yol geçirmişlerdi. Halter çalışacak bir yerimiz yoktu. Açıkta halter çalışırken kol çekme yaptığım halteri yere bıraktığımda yukarıdan düşen halter yağmurdan vıcık vıcık olmuş çamurun içine saplanıyordu. Düşünün 200 tekrarlı kol çekmede her seferinde halterin barını çamurun içinden tutup çekiyordum. Antrenmanlarım o kadar uzun sürüyordu ki futbol oynayan arkadaşlarım idmanlarına giderken yanıma uğrayıp kolay gelsin diyorlar, idmanları bittikten sonra da uğrayıp “biz idmanı bitirdik sen hala çalışıyor musun” diyorlardı. Çamur içinden ancak “evet” diyebiliyordum.
O yıl antrenörlerimin (Sevgili Taner Tokay, Fatih Sani ve Nikolai Stefanov Vasilev) desteği, emekleri ve benim aşırı isteğim ile İspanya’nın Banyoles kentinde yapılacak Dünya Gençler şampiyonasına gitmeye rahatça hak kazandım. Hak kazandım diyorum zira ne beni geçebilen hatta Büyükler kategorisinde bile geçebilen tek çifteci yoktu.
Bir yarışta formamın İtalya rengi olduğunu dolaysı ile birinciliğimin sayılmamasını isteyen bir idareci için (hakem kurulu birinciliğimi saydı çünkü tek çiftede forma rengi zorunluluğu yoktur) “diğer yarışta görürsünüz” demiştim. Sonra ki yarışta yine birinci geldim. İkinci gelen ve bana itiraz eden idarecinin sporcusuna öyle bir fark atmıştım ki, iskeleye çıktım. Teknemi ve küreklerimi sıpaya yerleştirdim. Gittim madalyamı aldım, ikinci olan anca geldi. Sonra idarecisine sadece imalı imalı bakmıştım ( yarış kağıt üzerinde değil su üzerinde kazanılır gibilerinden.)
O zaman ki federasyon başkanımız Nihat Usta ve yönetimin verdiği bir karar ile beni Banyolese uçak ile yollamayı uygun gördüler. Hem kara yolunda geçecek 4 günde idman yapabilecek hem de yorulmayacaktım. Çünkü elde ettiğim dereceler Dünya şampiyonasında iyi bir derece yapabileceğimi, finale çıkabileceğimi gösteriyordu.
Finale kalmak…
Dünya şampiyonasında finale kalmak rüya gibiydi, çünkü bildiğim kadarı ile Türk kürek tarihinde tek çifte gibi zor bir dalda bırakın final çeken, yarı finale bile çıkan yoktu.
Resim: 1991 İspanya-Banyoles Gençler Dünya Şampiyonası 1x Final A sonuçları
O yıl Gençler Dünya şampiyonasında final çektim ve Dünya 5. si oldum. Bu benim için hem onur hem de büyük bir olaydı. Kendime şöyle diyordum. 1991 yılında Dünyada beni geçebilen sadece 4 kişi var. Heyt beeee…
Seneye daha az olmalıydı.
1992 yılında daha forslu daha tecrübeliydim. 91 yılında 5. olduktan sonra ülkemizde yapılan Balkan şampiyonasında tek çiftede açık ara Balkan şampiyonu olmuştum. Bir de Nikolai hocanın yarışa son 5 gün kala kararı ile 4x hamlasına oturdum. Tüm izleyenleri şaşkınlık içinde bırakacak bir finiş ile sondan 3-4 giderken süper bir atakla Balkan şampiyonu olduk (ben, Osman Türüdü, Gökhan Çetintürk, Ahmet Çıtıpıtıoğlu)
92 yılı Olimpiyat yılıydı. Türk kürek tarihinde hiç kimse olimpiyatlarda yarışmamıştı. Benim bir önceki sene Dünya 5. si oluşum hem federasyon başkanını hem idarecileri, hem de antrenörlerimi sanıyorum ki bu konuda umutlandırdı. Kulüp antrenörüm Taner Tokay derecelerimin iyi olması durumunda Olimpiyatlara gidebileceğimi söyledi. Artık tek hedefim vardı ve ben bu hedefe kilitlenmiştim.
Aynı yıl Ümitler dünya şampiyonasına katılacağımız bilgisi de geldi. İskoçya’da hemen olimpiyat öncesi yapılan yarışta 36 rakibim arasında neredeyse en kısa sporcuydum. Benden sadece 2 rakibim kısaydı. Hiç moralimi bozmadım. İyi çalışmıştım. Antrenörüm Nikolai hoca ilk eleme için gerekli taktikleri verdi. “İlk 250m 36/38 tempo git. Sonra hemen 30/32 tempoya düş sen orada çok kuvvetli ve hızlısın. Sakın onlara bakma onlar mutlaka çok hızlı gidecekler.” Aynen dediği gibi oldu.
Kulüpteki kürekçi arkadaşım Gülnur hep birinci olduğumdan bana “altın çocuk” derdi. Start verildiği anda tek başıma kaldım. Diğer 5 ekip kaçtı. “Gülnur’un altın çocuk yakıştırması doğru değil miydi acaba?” diye düşündüm kendimi bozmadan. Hayır bunu bozamazdım. İlk 500 metreye geldiğimde kürek sularını gördüm. Tempoyu antrenörümün dediği gibi hiç bozmadan yavaş yavaş rakiplerimi yakalayıp geçtim. Finiş düdüğü çaldığında ben birinci olmuştum. Yani yarı finaldeydim.
Yarı finalde ilk üçe girmek yeterli olduğundan Nikolai “hiç acele etme rahatça 3. ol. Kendini yorma dedi. Kontrollü bir şekilde 3. geldim. Bitişte 2 olan Fransız’ı tebrik ettim. Bakmadı bile bana. Kafasını çevirdi. Sonradan duydum ki benim için “kolay lokma” demiş.
Final günü, kafadan esen rüzgar, ödünç tekne,bol dalgalı bir havada start aldım. Kafamda ki tek düşünce bir madalya alabilmekti. Rengi önemli değildi. Ülkeme, antrenörlerime, aileme özellikle babama (İspanya dan 5. olup telefonda “baba Dünya 5. si oldum” dediğimde” neden ilk üçe giremedin oğlum” dediği için) bir madalya, hele ki ilk madalyayı almak istiyordum.
Hava soğuk. Daha önceden “change” ettiğim Romen uzun taytı üstüne yine bir “change” olan Hollanda kulüp tulum taytı (kırmızı beyaz siyah) üstüne kendi elimle diktiğim ay yıldızlı arma ve annemin bana aldığı Adidas kırmızı beyaz uzun kollu formayı giymiştim. Kafamda ki ter bandına bile ay yıldızlı arma dikmiştim.
Heyecanlıydım. Yarış anında tek düşündüğüm şey kürsüde madalya alırken “ben”di. Tamamen buna odaklanmıştım. Yarış boyunca kafadan esen rüzgar yüzünden kulvar toplarına çarpıp durdum. Bir kaç kere bayrak kalktı benim için kürek suyum yan kulvara geçiyor diye. Bir türlü 3. pozisyona gelemiyordum. 4. – 5.’lik arasında gidip geliyordum. Ama bu ben değildim ve yarış henüz bitmemişti. Son metreye kadar da bitmezdi. Her zaman finişteki atağıma güvenirim. Bitişe bırakmasam da bir türlü toparlanıp yürütemiyordum teknemi istediğim gibi. Son 500 metre kala artık bıçak kemiğe dayandı madalya elden kaçacak diye düşündüm. Her küreğim her bir kulvar topuna vuruyordu. Sanki topa değil beynine beynime vuruyor gibi hissediyordum.
Ama, Varsın beynime vursundu. 500 metrede 40 tane top vardır. 40 kere beynime vursun ölmem ya diyerek erkende olsa son 500 de atağa kalktım. Bacaklarıma çok güveniyordum. Alev alev yanan bacaklarımı Boğazda çalışan Beykoz vapurunun pistonları gibi hissettim. Her bir bacak itişi bir piston.
“Hadi Alirıza bu piston daha hızlı daha kuvvetli olmalı” GÜM beynime
“Yanıyor ama ölmem.GÜM beynime
“Beykoz vapuru.GÜM beynime
“Altın çocuk GÜM bir daha beynime
Tempoyu hatırlıyorum 37 sonra 38 – 40’ları gördüm. Uçtuğumu hissediyorum sanki.
Birinciyi ve başabaş giden ikinciyi bir türlü yakalayamıyorum. Ama 3. ile kafa kafayayız. O anda düdük aynı anda çalıyor. Öyle eminim ki 3. girdiğimden elleri kaldırıyorum havaya. Dereceler yazılamıyor skorboarda, fotofiniş belirleyecek.
Ama ben zaten finişi yapmıştım 3.’lüğe göre. Yok hakemcim biliyorum bak zaten ellerim havada diye düşünürken “3. TUR” diye yazıyor skorboard. Ellerimi daha bir havaya kaldırıp avazım çıktığı kadar bağırıyorum. 4. olan Fransız. Ben yine “büyüklük, Türklük bende kalsın” diye tebrik ediyorum beni küçümseyen adamı.
İskeleye giderken öyle bir ohhhh çekiyorum ki sanki 75 milyonluk bir yük üstümden kalkmış gibi. Böylece Barcelona’da yapılacak Olimpiyat oyunlarının önü açılıyor. Olimpiyat tarihinde ilk defa bir Türk kürekçisi dünyanın en büyük spor organizasyonunda yarışacak. Öyle büyük bir yük öyle bir stres ki anlatamam.
Takım elbiseler, çantalar dolusu spor kıyafetleri basın toplantıları, gazete haberleri havalarda uçuşuyor. Bir basın toplantısından soru hatırlıyorum. Aslında dün gibi… Daha sonra adı Ceylan Intercontinental Oteli olacak (ve aynı zamanda ilk spor kulübü Müdürlüğü yaptığım yer) eski Sheraton otelinde basın toplantısı. Sponsorum TEB organize etmiş. Kürsüde ayaktayım. Bir gazeteci “yeterli çalıştın mı Olimpiyat oyunları için” diyor.
Tam karşımda Rahmetli TMOK başkanı Sinan Erdem var, göz göze geliyoruz. Yanında bir sonraki başkan Togay Bayatlı. Sinan bey “oğlum baksana adamın alnına, güneşten ter bandının izi beyaz, suratı siyah. Bu adam ya amele ya da bütün gün antrenman yapıyor” diyerek benim yerime cevabı vermişti.
Sevgilerimle
Ali Rıza Bilal
3 büyük kulüpte çekmiş Kürekçi
Mar 15, 2021 @ 09:02:27
Emek ve azim … zor şartlarda çalışarak elde edilen başarılar çok kıymetlidir. Tebrikler Ali Rıza Bilal … Türk sporuna ve insanına yaptığın hizmetler için …