KÜREĞE BAŞLADIĞIM GÜNLER
Yalının rıhtımında babamla beraber
On beş yaşında olduğum sene, bir sonbahar akşamüstü babam beni Kuruçeşmedeki Galatasaray Adasına götürdü. Orada kürekçilerin olduğu kayıkhanenin önünde Emin Hoca ile tanıştım. Evimiz adanın hemen karşı kıyısında deniz kıyısındaydı, ben sandalla zaten adanın etrafında dolaşır, Ortaköy tarafındaki büyük şamandıralara sandalı bağlayıp İzmarit yakalardım.
Yalının denizden görüntüsü
Bazen de annemle birlikte adaya yüzmeye giderdik. Ama bu hep gündüz vakti olurdu. Akşamüstü deniz faslı bitince güneş batarken kayıkhanenin önü kalabalıklaşırdı. Formalarını giymiş kürekçiler usta hareketlerle teknelerini dışarı çıkartır, antrenman yapmaya hazırlanırlardı. Biz de çoktan eve dönmüş olurduk. Rıhtımda oturur onların kürekleri suda çıp çıp sesler çıkartarak Akıntıburnuna doğru önümüzden geçişlerini seyrederdik. Geçerken mutlaka babama selam verir bazen de durup konuşur, teknik bir şeyler sorarlardı.
Babamın 1934 Galatasaray Denizcilik Yıllığında yayınlanan karikatürü
Babam 1930’lu yıllardan beri bu sporun içindeydi. Kayıkhane Bebek’te iken kürek çekmiş. Sonra eğitim için Almanya’ya gitmiş, bir sene sonra 2. Dünya Harbi patlamış, oradan bin bir güçlükle kurtulup dönebilmiş. Kayıkhanenin 1957 yılında, ben yedi yaşındayken Kuruçeşme’deki Kömür deposuna taşınması sırasında fiilen çalışmıştı.
Galatasaray Adasının eski görüntüsü
O akşamüstü babam beni Emin Hocayla tanıştırdığında hoca babama “nihayet getirdin mi?” demişti. Daha sonraki yıllarda anladığıma göre Emin Hoca benim her gün sandalla adanın etrafında dolaşmamı seyreder, babama “bunu ne zaman küreğe getireceksin?” diye sorarmış. Bir yıl önce de başlayabilirdim ama neden özellikle o yıl sonbahar mevsiminin seçildiğini de yıllar sonra bir gün Emin Hoca ile tek başımıza kayıkhanenin önünde oturmuş çayımızı içip sohbet ederken öğrendim.
Emin Hoca kayıkhanede
Babam uzun yıllar önce her yarışı kazanan efsane Geçilmez Armada Dört Tek ekibinin hamlası Ahmet Yavaşoğlu’nun 1966 sezonunda kulübe döneceğini öğrenince kulübün onun sayesinde toparlanarak bir gelişme yaşayacağını öngörerek beklemiş, sonra beni küreğe başlatmış. Bunun ne kadar doğru bir hamle olduğunu yıllar gösterecekti.
Tanışmamızın ertesi günü hevesle adaya gittim. Emin Hoca tüm kürekçiler teknelerine binip denize açılınca beni çağırdı, beraberce eski bir tek çifte teknesini kayıkhanenin önüne çıkartıp sıpaların üstüne koyduk, kürekleri de taktık. Bana sakin sakin oturağı, ayaklığı, dirsekleri, ayı, ayın mandalını, küreğin palasını, topacını, bileziğini, manşetini gösterdi. Kürekleri çekerken sandalda olmayan bir olayı fark edeceğimi ve buna dikkat etmemi tembihledi. Bu olay küreği çekerken topaçların birbiri ile çapraz kesişmesiydi. Eğer sandaldaki gibi çekersem araya parmaklarımı sıkıştıracağımı, bunu engellemek için bir elin altta, diğerinin üstte olması gerektiğini ama topaçları hiçbir zaman bırakmamam gerektiğini anlattı. Sonra beraberce kürekleri çıkartıp tekneyi denize taşıdık, kürekleri gene taktık, kıyıdaki küreğin palasından tutup beni denize doğru itti.
İşte o zaman hocanın sandalla kıyaslarken anlatmadığı önemli bir fark hissettim. Tekne her an devrilecek gibiydi. Dengesi yoktu. O zaman kürekleri neden bırakmamak gerektiğini anladım ve topaçları sıkıca yakaladım. Emin Hoca kıyıdan bana talimatlar vererek önce oturaksız sonra da yarım oturak kürek çektirmeye başladı. Tekne hızlanınca dengesinin oturduğunu fark ettim, biraz daha güvenerek kürek çekmeye başladım. Teknenin aniden hızlanması çok zevkliydi. Sonra hoca seslenerek durmamı, dönmemi ve biraz da Kuruçeşme Koyunun öbür tarafına Ortaköy’e doğru gitmemi söyledi. Sandaldaki gibi sol küreğimi siya yapıp sağ küreğimi üstüne alarak tekneyi döndürmeye başladım. Sol küreğimin ikinci siya darbesinde ay açıldı, kürek yerinden çıktı, o anda topaçları tutmanın bu pozisyonda bir işe yaramayacağını anladım ve sol taraftan devrilerek suya düştüm. Küreği ve tekneyi çekerek adaya yüzdüm, iskeleye çıktım. Çok bozulmuştum. O ayın açılmaması gerekiyordu. Küreği takıp gene çıkmak istedim, Emin Hoca izin vermedi. “Güneş battı, hava serinledi bu halde çıkarsan sonra hasta olursun, yarın gene binersin” dedi. Kayıkhanede kurulanıp giyinirken aklım hala ayın siya basarken neden açıldığı konusuna takılmıştı.
Eve gittiğimde babam “seni devirinceye kadar uğraştı değil mi?” dedi. Dürbünle pencereden bakıp bizi izliyormuş. Belki de olabilecek en kötü senaryoyu ilk günden yaşayıp bundan sonra tekneye nasıl hakim olacağımı anlamam için öyle yaptığını düşündü ama ben hala “ay açılmasaydı hayatta devrilmezdim” diye düşünüyordum. Ertesi gün adaya giderken yanımda uzunca bir tel parçası götürdüm. Gene herkes teknesine bindi gitti, biz tekneyi suya indirdik, sol küreği takınca ayın mandalının eskimiş, görevini yapamaz hale gelmiş olduğunu gördüm. Cebimden tel parçasını çıkarttım, mandalın açılmasını engelleyecek şekilde bağladım. Emin Hoca gülümseyerek seyrediyordu. “Baban mı söyledi?” dedi. “Babamın haberi yok” dedim.
Tekneye bindim, Akıntıburnu’na kadar gittim, dikkatle siya yaparak döndüm, aynı hızla Kuruçeşme Kömür Depolarına kadar kürek çektim. Teknenin hızı müthiş heyecan vericiydi. Sandaldan sonra uçar gibiydim. Dönünce tekneyi yıkayıp temizledim, aydaki teli kontrol ettim, daha iyi bir şey yapmalıydım. Babamın bir mobilya mağazası ve bir bıçkıhanesi vardı. Oradaki ustalar daha ben küçücükken alet edevat kullanmayı, yumuşak cinsteki ağaçtan küçük bir kütük parçasını oyarak nasıl suda yüzen bir tekne yapılabileceğini öğretmişlerdi. Elim bu işlere çok yatkındı. İlerleyen yıllarda bunun çok kıymetli bir yetenek olduğunu anlayacaktım. Emin Hoca ufak tefek tekne tamiri ile kürek ayarları konusunda beni yetiştirecek, antrenörlüğe başladığım yıllarda hep yanımda olacaktı ama daha öğreneceğim çok şey vardı…
O sene kış gelince artık denize inmek mümkün olmamaya başladı. Küreğe başladığımdan birkaç ay sonra babam hastalandı, Ocak ayında da öldü. Şubat ayında da kapalı salonda yapılan kış antrenmanları başladı. Okulda durumum çok bozulmuştu, Nişantaşı Işık Lisesinde Lise ikideydim. O güne kadar Teşekkür Belgesi alarak sınıfı geçerken Yarı Yıl Karnesinde altı ders birden kırık geldi. Hayata karşı hevesimi kaybetmiş, hiçbir şeye değer vermemeye, her şeyin boş olduğunu düşünmeye başlamıştım. Beyoğlu Hasnun Galip Sokaktaki kulüp binasının en üst katındaki salonda yüzme ve sutopu takımı ile beraber çalışıyorduk. Antrenör Yılmaz Özüak benim hevessiz halimi izlemiş olacak ki bir gün antrenmandan sonra bana şöyle bir şey söyledi: “Ben babanı tanırdım, eğer hayatta olsaydı senin şampiyon olmanı isterdi. Benim de senden beklentim budur.”
Bu cümle benim hayatımı değiştirdi. Birileri benden bir şeyler bekliyordu. Artık bir hedefim vardı, şampiyon olacaktım, nasıl olacağımı bilmiyordum ama önümde bir engel olduğunu farkındaydım. Okul. İkinci yarıyılda bütün dersleri intikam alır gibi büyük bir hırsla çalışarak temizledim, yaz geldiğinde önce Yıldızlar Kategorisinde Tek Çifte ve Rahmetli Mehmet Şenkal ile İki Çifte Yarışlarına girdik. Daha sonra Mehmet Kandilli’li Mustafa ile çok hızlı bir İki Çifte ekibi kurdu. Emin Hoca beni bir üst kategoride Gençler yarışlarına da sokmaya başladı. Bu arada yıllar önce ayrıldığı kulübüne dönen efsane isim Ahmet Yavaşoğlu büyük takım ekiplerini kurmaya başlamıştı. Kurulan Büyükler Sekiz Tek ekibinin bir numarasına beni oturttu.
Sekiz Tek ekibi bizim yalının önünde
Antrenmanların şekli birden bire değişmişti. Akşam eve döndüğümde ancak bir şeyler yedikten sonra kendimi yatağa atıyor, başım yastığa bir karış kala uyuya kalıyordum. Artık evin önünden fiyakayla geçen teknenin içinde ben de kürek çekiyordum ama babam bunu göremiyordu.
1966 Yarış Sonrası Madalya için yanaşırken
O yıl 16 yaşında Büyükler İstanbul ve Türkiye Şampiyonluğunu kazanan ekibin içindeydim. Maraton yarışını alan ekipte de yer aldım.
1967 ekibin bir kısmı Ankara Mogan Gölünde
Sezon sonunda kış boyunca Hasnun Galip antrenmanları ağırlaşarak devam etti, Emin Hoca hiç durmadan kulübe yeni gençler yetiştirmeye devam ediyordu.
1966 Su Sporları Şampiyonları Panosu. Günümüzde Müzededir.
O yıl İtalya’dan yeni tekneler geldi. Sezon sonunda yedi yarışın beşinde birinci olarak İstanbul ve Türkiye Şampiyonu olduk ve gene Maraton ekibinde yer alarak bir madalya daha kazandım.
1967 Yarış sonrası kupayla
1967 Madalya Merasimi
1967 kışında iki yıldır Hereke’de kürek çekmekte olan Kandilli’li Erdinç Karaer her hafta sonu Ada’ya gelmeye başladı. Emin Hoca ona İtalyan Donoratico yeni yarış Tek Çiftesini verir, beni de eski tek çifteyle onunla birlikte suya indirir, Erdinç’e beni göstererek “ona dikkat” derdi. Her Cumartesi ve Pazar günü çok uzun antrenmanlar yapardık. Döndüğümüzde tekneden zorlukla çıkıp iskelede oturup tekneyi kayıkhaneye taşıyacak gücü toparlamaya çalışırdım. Sonraları Emin Hoca bir gün Erdinç’le konuştu ve bu sefer yeni yarış İki Çiftesiyle çıkmaya başladık.
Erdinç 23, ben 17 yaşındaydım. O kürek dünyasındaki yerini çoktan almış, daha o yaşta efsane olmuştu. İlk ciddi çift kürek tekniği ile ilgi bilgileri o antrenmanlarda almaya başladım. Erdinç, o yıl Galatasaray’a transfer oldu. Hem tek çifte hem de yaşıtı olan eski kürekçi çok kuvvetli biri olan Mehmet Yavaş ile iki çiftede yarışları almaya başladılar. İstanbul Şampiyonasından bir önceki yarış Paşabahçe – Beykoz Parkurundaydı. O gün nedense Mehmet yarışa gelmedi, Antrenör Ahmet Yavaşoğlu iki çifte yarışına Erdinç ile benim adımı yazdı. Birçok antrenmanda beraber çekmiş olmamıza rağmen yarış başka bir önem taşıyordu. Erdinç haklı olarak tedirgin oldu.
İki Çiftenin ilk günleri
Huzursuz bir şekilde start yerine gittik. Hiç konuşmuyorduk. Konsantrasyon o kadar yoğundu ki beynimin hücreleri yanıyordu. Çok hızlı bir çıkış yaptık ve yarışı büyük farkla kazandık. Hiçbir aksama olmamıştı. Ertesi hafta Pendik – Kartal Parkurunda İstanbul Şampiyonası vardı. Erdinç daha sakinleşememişti. Beykoz’dan motorla dönerken ertesi sabaha antrenman koydu. Güneş doğarken Kandilliden Kancabaş sandalıyla kürek çekerek gelip, yalının rıhtımından beni aldı, adaya gittiğimizde Emin Hoca kayıkhaneyi açmış bizi bekliyordu.
İki çifteyle Kuruçeşme’den çıkıp Beykoz’a kadar gittik. Dönerken Karadeniz’den Boğaza girmiş, akıntıyla birlikte kanaldan aşağı orta hızda akan Panama bandıralı bir yük şilebi yakaladık, Adanın açığına kadar yarıştık. Kaptan herhalde eski bir kürekçiydi, yol boyunca dürbünle bizi izledi, Akıntıburnu açıklarında megafonla bize seslenerek 12 mille gittiğimizi söyledi. Biz adanın açığında kürek bırakıp dönerken güverteye birikmiş tayfalar alkış tuttular. İşte o tek anons ve birkaç tayfanın alkışı bize çok iyi gelmişti. İskeleye yanaştığımızda Emin Hoca gemiyle yarışmaya nereden başladığımızı sordu. Adanın açık tarafındaki Tramplenin altında durup, gözlüğünü dürbün gibi kullanıp bizim yolumuzu gözlemişti. Keyfimiz yerindeydi. Emin Hoca çay demlemiş, Kuruçeşme fırınından simit almıştı. Hayat çok basit ve bir o kadar da mükemmeldi…
Aslında değilmiş, dört gün sonra (İstanbul Şampiyonasından bir gün önce) başımıza gelecekleri bilemezdik ki…
Bakalım, keyfim olursa belki devamını da yazarım.
Celal Gürsoy
27.04.2020
Bir Cevap Yazın