Frankfurt’ta 15-16 yaş gurubundaki yıldız dört tek sporcularından biri Pazar sabahı antrenmana saat on birden önce gelemeyeceğini söylüyordu. Ailesiyle kiliseye gitmesi gerekiyormuş. Arkadaşları hafif alaycı bir tavır takınmışlardı ama ben derhal anlayış gösterip izin verince hadise büyümeden halledildi. Daha sonra öğrendim ki ekipteki diğer bir sporcu da meğer kiliseye gidiyormuş ama alay konusu olmamak için sesini çıkartamıyormuş. İlerleyen günlerde bu çocuklar beni kendi inançlarım konusunda sıkı sıkı sorguya çektiler. Bu konudaki hoşgörü ve anlayışımı görünce çok rahat ettiler. Onlara bizim usulde sınırsız “hoşgörü” ile onların anladığı sınırlı “tolerans” arasındaki farkı anlattım. Öğrendiklerini ailelerine de anlattılar.

Bu konuda gülümseyerek hatırladığım bir anım var. Frankfurttaki dört tek ekibimdeki o çocuğun kiliseye giden ailesi çok dindardı. Ekibi Almanya Şampiyonasına götürmeye niyetliydim ve bence otuz tekne arasından finale kalabilirlerdi. Onları yarışa böyle hazırladım. Finale kaldılar. Dördüncü veya beşinci olma şansları vardı. Yarış öncesinde babası yanıma gelip “üçüncülük şansları var mı?” diye sorduğunda ben de “ancak diğer teknelerin bir hata yapması sonucunda olabilir ki bu pek görülmüş bir şey değildir” demiştim. Adam yüzüme anlamlı bir şekilde baktı ve sanki benim bilmediğim bir şeyler biliyormuş gibi başını sallayıp gitti. Sonunda çocuklar gerçekten de zor ama mükemmel bir yarış çekip dördüncü oldular.

Yarıştan sonra baba yanıma gelip elimi sıkarken omuzları düşmüş ve sanki biraz mahcup gibiydi.  Çocuk daha sonra bana ailece kiliseye gidip üçüncülük için dua ettiklerini ama bir faydası olmadığını görünce bozulduklarını anlatmıştı. Bana fikrimi sorar gibiydi. Bir karar vermesi gerekiyordu. “Kendini orada iyi hissettiğin sürece bir sakıncası yok ama fazla bir şey bekleme, ben hayatım boyunca birinin kilisede çok dua etmesiyle bir yarış kazandığını duymadım, sadece moralini yüksek tutabilirsin aslında ne yapabileceksen ekibinle birlikte kendin yapacaksın onu bil yeter” demiştim. Demek istediğimi anlamıştı.

18 yaşına gelince ailesinin evinden çıktı. Gen teknolojisi okudu. Paris’teki uluslararası çok büyük bir laboratuvarda çalışmaya başladı. Bu laboratuvardan o yıllarda dünyada üç tane vardı. İnsanın gen haritasını çıkartan çok hızlı ve dünya çapında birbirine bağlı bilgisayarlarla çalışıyorlardı. Yıllar sonra Frankfurta tatile geldiği sırada buluştuğumuzda bana alçak sesle “bizde eksik olanın ne olduğunu biliyorum, onu düzelteceğim” demişti.

Onunla gurur duyuyorum.