İÇİ SENİ, DIŞI BENİ YAKAN ŞEHİR: İSTANBUL
Ne kadar uzak kalırsam o kadar çok özlüyorum, ama birkaç günlüğüne zoraki olarak gittiğimde de bir an önce kurtulmaya çalışıyorum. Bu şehri seviyor muyum, nefret mi ediyorum anlayamadım. Bir gerçek varsa o da İstanbul’dan giderek daha çok korkmaya başladığımdır. Orada yaşayanların birbirleriyle konuştukları öncelikli konu olan trafikten bahsetmiyorum. O zaten içinden çıkılması mümkün olmayan bir kaosa dönüşmüş. İstanbul’da trafik 70’li yıllarda da vardı. O zaman da her gün trafiğe yüzlerce yeni araç çıkmaktaydı ve biz endişeleniyorduk, bu kadar araba hangi yola, hangi otoparka sığacak diye. Aradan kırk yıl geçti, dikilen gökdelenler, AVM’ler şehri kilitledi.
Avrupa ile kıyasladığımızda şaşırtan bir matematik ortaya çıkıyor. Örneğin Almanya’da yılda üç milyonun üstünde, İngiltere’de iki buçuk milyonun üstünde, Fransa’da iki milyon iki yüz binin üstünde araç satılıyor. Bizde yıllık satış sekiz yüz binler civarında. Yani Avrupa’da bir yılda trafiğe çıkan yeni araç sayısı bizim üç mislimizden fazla. Orada trafik neden bizdeki gibi tıkanmıyor? Neden her gittiğin yerde otopark bulabiliyorsun? Neden insanlar trafikte birbiriyle kavga etmiyor, tam tersi birbirine yol veriyor? Trafik sıkışsa bile kornaya basan yok.
İstanbul hakkındaki endişem gene de trafik değil. Orada yaşamaya inat edenler veya zorunlu olarak şehirden ayrılamayanlar zaten bunu sineye çekmiş durumda, beni endişelendiren sokaktaki insanın suratındaki bedbin, yıkılmış, sıkıntılı ifade. Bu kadar ters bakışlar, davranışlar onların mutsuz ve hatta ümitsiz olduklarını ortaya koymakta. Sorun nerede? Geçim sıkıntısı mı? Çaresi var mı? AVM’ler insan dolu ama dükkanlar boş. Yeme içme bölümlerindeki belirli yerler dolu, hepsi o kadar. Her sezon, her mevsimde vitrinlerde sahte indirim tabelaları var. Kış başlarken kışlık eşyada indirim yapılır mı? Buna kim inanır ki?
Trafiğe köprü, metro, alt geçit, üst geçit yaparak otuz yıl önce yapılması gerekenleri şimdi yaparak çözüm yetiştirmeye çalışmak ne kadar geç kalınmış bir hareket ise de, halkın yaşam standardını yükseltmek ve orta tabakayı tekrardan yaratmak için de o kadar geç kalınmış gibi gözüküyor. Herkes birbirinin malına mülküne bakıyor. Bu çok tehlikeli bir sosyal patlamanın başlangıcı olabilir. Ortalık dinamit gibi, bir ateşe bakıyor.
İstanbul’da dikkatimi çeken bir başka garip olay da Hasdal-Göktürk otoyolunda azgın bir süratle toprak taşıyan kamyonlar oldu. Günde iki bin civarında kamyon uzun süredir bir yerden bir yere toprak taşıyıp duruyor. Hangi toprak nereye taşınıyor, ihaleyi kim kimden aldı? Sordum, soruşturdum öğrenemedim. Bir bilen varsa açıklarsa sevinirim.
Gördüğünüz gibi ben İstanbul’dan soğudum. Günün birinde talih beni tekrar orada yaşamaya mecbur ederse diye korkuyorum. Ey Bodrumlular. Burada yaşadığınız için ne kadar şanlı olduğunuzu hatırlatır, çevrenize sahip çıkmanızı dilerim.
Bir Cevap Yazın