Küçüklüğümüzde su savaşı yapardık. Hem de sadece yaz günü üzerimizde mayolar varken değil.

Öğrencilik günlerimizde arkadaşımızın üstü ıslanırsa ne yapar diye düşünmeden sulu şakalar yaptığımız veya bu tür şakalara maruz kaldığımız olmuştur. Sonradan üzülsek bile biraz zaman geçince ve bir fırsatını bulunca aynı tatsız şakalar tekrarlanırdı. Burada çevremizi tarafından etkilenmemiz mutlaka büyük rol oynardı. İnsanın tek başına hiçbir zaman yapmaya cesaret edemeyeceği bir şakayı kalabalık içinde yaptığına çok şahit olmuşumdur.

Daha sonraları plastikten su tabancaları çıktı. Daha uzağa daha çok su atarak daha çok insanı rahatsız etme şansı doğdu ve çocuklar bu şansı sonuna kadar kullandılar. Çocuk oldukları için belki sesimizi pek çıkartamadık ama günümüzde su silahını büyük devletler küçüklere karşı kullanmaya başladılar.

Eskiden petrol üzerinde oynanan oyunlar su üzerinde de oynanmaya başladı. Bazı köşe yazarları bunun önümüzdeki yıllarda daha da etkili olacağını hatta belki de yeni bir dünya savaşının su kaynaklarının kontrolü yüzünden çıkacağını belirtmekteler. Bu durumda insanın aklına ilk olarak ülkemizin durumu geliyor. Biz genel olarak Türkiye’nin bol su kaynakları olan, dereleri, gölleri ile herkesin kıskandığı bir ülke olduğunu zannederiz.

Aslında rakamsal verilere baktığımızda bu tam olarak doğru değildir.

  • Bir ülkenin su zengini sayılması için kişi başına 10.000 m3 su potansiyelinin olması gerekmektedir. Oysa ülkemizde bu miktar sadece 3.625 m3’tür.
  • Normal bir insanın su tüketimi yılda en düşük 1000 m3 olarak belirlenmiştir. Bu miktar ülkemizde 620 m3’tür.
  • Mevcut su kaynaklarımızın %73’ünü tarımsal amaçlı olarak kullanıyoruz. Bu miktar ile sulanabilir tarımsal alanımız olan 8.5 milyon hektarın sadece 4.6 milyon hektarlık kısmını sulayabiliyoruz.
  • Tarımsal işletmelerimizin ancak %43’ü tarımsal sulama yapabilmekteyiz.
  • Tarımsal sulama yapılması gereken alanlarımızın sadece %16’sını sulayabilmekteyiz. (Örnek olarak Yunanistan %40’ını, İtalya %32’sini ve İspanya %23’ünü sulamakta.)

İzmir Ticaret Borsası Dergisi’nde yer alan bu rakamlar bizim suyu iyi kullanamadığımızın bir göstergesidir.

Buna rağmen komşularımıza su satmayı düşünmek acaba hatamıdır? Bu konuya iki yönden bakmayı doğru buluyorum.

İlk önce kendi tarım bölgelerimize daha rasyonel şekilde su götürmeliyiz. Tarım reformunun tam olarak yapılamadığı ve yapılan kısmının da yeteri kadar uygulanamadığını düşünüyorum AB ülkeleri bizim iç işlerimize (özellikle tarıma) karışmadan bir an önce bu sektörü daha kuvvetli bir hale getirmek zorundayız.

İkincisi komşularımıza sattığımız suyun fiyatlandırılması ve ödeme şeklidir. Bu komşularımızdan yaptığımız ithalata yüzlerce milyon dolar ödemeye devam ederken kıymetli suyumuzu kesinlikle ucuza satmamalıyız. Barter burada ticaret açığımızı kapatabilecek bir rol üstlenebilir. Örneğin petrole karşı su kozunu iyi kullanmalıyız. Dünyadaki rezervleri dikkate alacak olursak en fazla 30 yıllık ömrü kalan petrole artık daha fazla nakit ödemesek daha iyi olacak.

Bu yazı Bodrum Gündem gazetesinin 19 Temmuz 2010 tarihli 1. sayısında yayımlanmıştır.